Almanya Seçimleri ve Aşırı Sağın Yükselişi: Nedenler, Dinamikler ve Demokratik Geleceğe Etkileri

Almanya Seçimleri ve Aşırı Sağın Yükselişi: Nedenler, Dinamikler ve Demokratik Geleceğe Etkileri

23 Şubat 2025’te Almanya’da gerçekleştirilen federal seçimler, yalnızca Almanya’nın değil, tüm Avrupa’nın siyasal yönelimine dair kaygı verici bir tabloyu ortaya koydu. Hristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU), %28,6’lık oy oranıyla seçimlerden birinci çıkarken, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi %20,8 ile tarihi bir başarı elde etti. Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise %16,4 oy alarak kuruluşundan bu yana en düşük seviyeye geriledi. Bu tablo, Avrupa’da yükselen aşırı sağ dalgasının merkez siyaset üzerindeki yıkıcı etkilerini ve toplumsal dönüşümün boyutlarını ortaya koyuyor.

Aşırı Sağın Yükselişinin Ekonomik ve Sosyal Temelleri

Aşırı sağın yükselişini anlamak için öncelikle bu partilerin beslendiği yapısal sorunlara odaklanmak gerekir. Almanya özelinde, sanayi sonrası dönemde yaşanan ekonomik dönüşüm, iş güvencesizliğinin artması, sosyal eşitsizliklerin derinleşmesi ve refah devleti uygulamalarının zayıflaması, alt ve orta sınıflarda büyük bir gelecek kaygısı yaratmıştır. Bu bağlamda, göçmenler yalnızca kültürel değil, ekonomik bir tehdit olarak da sunulmakta; işsizlik ve sosyal yardım sistemleri üzerindeki baskıdan “yabancı unsurlar” sorumlu tutulmaktadır. Aşırı sağ partiler, bu korkuları siyasi söylem haline getirerek, “kendi halkını önceleyen” popülist bir çizgiye yaslanmaktadır.

Göç Politikaları ve Mülteci Krizinin Etkileri

2015’teki mülteci krizi ve sonrasındaki entegrasyon süreçleri, Almanya’da göçmen karşıtlığının kurumsallaşmasını hızlandırdı. Milyonlarca insanın ülkeye kabul edilmesinin ardından, entegrasyon sürecindeki eksiklikler, toplumsal kutuplaşmayı artırdı. AfD gibi partiler, bu boşluğu “düzeni savunan” aktörler olarak doldurdu. Medyada sıkça kullanılan “Almanya Almanlarındır” temalı söylemler, hem kültürel bir homojenlik hayalini besledi hem de göçmen karşıtı politikaların meşrulaşmasına hizmet etti.

Merkez Siyasetin Erozyonu ve Popülizmin Meşrulaşması

Aşırı sağın yükselişi yalnızca radikal seçmenin değil, merkez seçmenin de kaymasıyla mümkün hale gelmiştir. Özellikle merkez sağ partiler (örneğin CDU/CSU), aşırı sağ seçmeni kazanmaya çalışırken söylemsel düzeyde milliyetçi, göçmen karşıtı ve sert güvenlik politikalarına yönelmektedir. Ancak bu strateji, kısa vadeli oy kazancı sağlasa da uzun vadede aşırı sağın söylemini meşrulaştırmakta, onu siyasal spektrumun merkezine taşımaktadır. Böylece AfD gibi partiler “uç” değil, “alternatif” olarak konumlanmakta, sistem karşıtı söylemler daha geniş kitlelerde karşılık bulmaktadır.

Sol ve Sosyal Demokrat Partilerin Krizi

Bir başka kırılma ise sol ve sosyal demokrat hareketlerin içinde yaşanmaktadır. Tarihsel olarak işçi sınıfının savunucusu konumundaki bu partiler, 1990’lardan itibaren neoliberal politikaları benimsemiş, özelleştirmeleri desteklemiş ve kamu hizmetlerinde küçülmeye onay vermiştir. Bu durum, ekonomik güvencesizlik yaşayan kesimlerde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Ayrıca sosyal demokratlar son yıllarda kimlik siyaseti ve çevre politikalarına odaklanırken, ekonomik eşitsizlikleri önceleyen söylemleri geri plana atmıştır. Bu boşluğu ise aşırı sağ popülizm doldurmuştur: “Sizi biz koruruz” diyen milliyetçi sloganlar, özellikle kırsal ve mavi yaka seçmende karşılık bulmuştur.

Dijitalleşme, Algı Yönetimi ve Medya

Aşırı sağ partiler, dijital çağın sunduğu araçları etkili biçimde kullanmakta, özellikle sosyal medya üzerinden komplo teorileri, göçmen karşıtı propaganda ve dezenformasyonu yaymaktadır. Geleneksel medyaya duyulan güvensizlik, sosyal medyada yayılan içeriklerin etkisini artırmakta, doğruluk kontrolü yapılmaksızın yayılan bilgi kırıntıları, halkın korku ve öfkesini beslemektedir. Böylece rasyonel tartışmalar yerini duygusal tepkilere bırakmakta; aşırı sağ, “sisteme karşı halkın sesi” imajını pekiştirmektedir.

Demokratik Gelecek Açısından Tehlike

Aşırı sağın yükselişi yalnızca sandık sonuçlarıyla sınırlı değildir; ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, azınlık hakları ve çoğulculuk gibi temel demokratik ilkeler doğrudan tehdit altındadır. Avrupa tarihinin karanlık dönemlerinden çıkarılabilecek en önemli ders, radikal söylemlerin önce meşrulaşıp sonra kurumsallaşarak otoriter rejimlere kapı araladığıdır. Almanya gibi demokrasinin beşiği sayılan ülkelerde bile, ırkçı ve ayrımcı politikaların normalleşmesi bu riski artırmaktadır.

Çıkış Yolu: Demokratik Direnç ve Sosyal Politikalar

Aşırı sağın yükselişi karşısında demokratik güçler ancak kararlı, kapsayıcı ve çözüm odaklı politikalarla direnebilir. Halkın sosyoekonomik kaygılarına gerçekçi çözümler sunulmalı, göçmen politikaları şeffaflık ve adalet temelli yürütülmeli, sosyal devlet mekanizmaları güçlendirilmelidir. Merkez sağ ve sol partiler, aşırı sağ söylemine teslim olmadan, kendi ideolojik temellerine dönmeli; güvenlik, ekonomi ve kültür politikalarını radikal değil, demokratik temeller üzerine inşa etmelidir. Aksi takdirde, siyasal boşluğu dolduran güç, liberal demokrasinin değil, otoriterliğin temsilcisi olacaktır.

Sonuç olarak, Almanya’daki 2025 seçimleri, Avrupa genelindeki aşırı sağ yükselişinin hem sembolü hem de sonucu olarak okunmalıdır. Demokratik rejimlerin bu yükselişe nasıl yanıt vereceği, kıtanın geleceğini belirleyecektir. Bu karanlık dalgayı durdurmanın yolu; daha fazla demokrasi, daha fazla sosyal adalet ve daha fazla siyasal cesaretten geçmektedir.

Yazar: Recep Karagöz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir