Yıllardır yurtiçinde ve yurtdışında birçok farklı noktaya uçakla seyahat ettim. Çaycuma Havalimanı’ndan ise bu, ikinci yurtdışı uçuşumdu. Ancak her seferinde bende farklı duygular uyandırıyor. Bu küçük ama anlamı büyük havalimanı, sadece bir ulaşım noktası değil; göçün, ayrılığın ve yeniden kavuşmaların simgesi adeta. Bu seyahat de bana hem geçmişe hem geleceğe dair pek çok şey düşündürdü. Gözlemlerim, yalnızca bir yolculuk deneyiminden ibaret değildi; aynı zamanda bir toplumsal hikâyenin izlerini taşıyordu.
Aprona çıktığımda, Almanya’ya kalkışa hazırlanan iki uçağı birden görmek doğrusu şaşırtıcıydı. Bu yoğunluk, bölge halkının hâlâ Avrupa ile ne kadar güçlü bir bağ içinde olduğunu gösteriyordu. Ancak ne yazık ki havalimanının fiziksel altyapısı, özellikle uluslararası uçuşlar açısından oldukça yetersizdi. Daha önce yolcu karşılamak için girdiğimde de dikkatimi çeken eksiklikler, bu kez yolcu koltuğunda daha belirgin hale geldi. Çaycuma’nın uluslararası bağlantıları düşünülerek, bu alandaki yatırımların artırılması artık bir ihtiyaçtan öte zorunluluktur.
Uçaktaki yolcu profili, başlı başına bir sosyolojik tablo gibiydi. Yolcuların önemli bir kısmı, yaşamlarını Almanya’da sürdüren ve memleket ziyaretlerinin ardından dönüş yoluna çıkan gurbetçilerden oluşuyordu. Ancak en dikkat çekici olanlar, 1960’lı yıllardan itibaren işgücü anlaşmalarıyla Almanya’ya göç etmiş, bugün ise epeyce yaş almış birinci kuşak mensuplarıydı. Kimileri tekerlekli sandalye yardımıyla, kimileri bir yakının kolunda uçağa biniyordu. Yorgunlukları yüzlerinde, ama onurları dimdikti. Bu insanlar, hem Almanya’nın dönüşümünde hem de Çaycuma’nın gelişiminde derin izler bırakmış, iki yaka arasında tarih yazmış bir nesli temsil ediyor.
Çaycuma’nın bugünkü çehresinde, bu göçmen kuşağın katkısı büyük. Kazandıklarıyla ilçelerine ev yapan, işyeri kuran, tarım arazilerini değerlendiren bu insanlar, hem ekonomik hem de sosyal hayatı şekillendirdiler. Ancak artık zaman değişiyor. Birinci kuşaktan sonra gelen yeni nesillerle birlikte Çaycuma ile olan bağlar giderek zayıflıyor. 2024 yazında ilçede karşılaştığımız gençlerle yaptığımız sohbetlerde, geçmiş kuşakların duygusal yakınlığının yerini, uzak ve yüzeysel bir aidiyetin aldığını görmek üzücüydü. Yeni nesiller, tatil için artık Ege ya da Akdeniz kıyılarını tercih ediyor; Çaycuma ise onlar için yabancılaşan bir anı mekânına dönüşüyor.
Yine de hâlâ Çaycuma’ya gelen, köklerini unutmayan, büyüklerini ziyarete gelen, yazı burada geçirmeyi tercih eden hatırı sayılır bir kesim var. Bu da bağın tamamen kopmadığını, hâlâ umut olduğunu gösteriyor. Ancak bu bağın tesadüflere bırakılmaması gerekiyor. İlçemizin tüm dinamiklerine (yerel yönetimlere, STK’lara, esnafa, eğitim kurumlarına) ciddi sorumluluklar düşüyor. Yeni kuşaklara hitap edecek kültürel etkinlikler, diaspora festivalleri, gençlik kampları, hafızayı canlı tutacak belgesel ve anı projeleri hayata geçirilmeli. Bu sadece bir nostalji çabası değil; sosyal, ekonomik ve kültürel sürdürülebilirliğin bir parçasıdır.
Bu seyahat, yalnızca iki ülke arasındaki bir uçuş değildi; geçmişle bugün arasında kurulan bir köprüye tanıklık etmekti. Uçakta yan yana oturan nesiller, bir yanda emeğin, fedakârlığın izlerini taşıyan yaşlı eller, diğer yanda bağları zayıflamış ama hâlâ köklerini arayan genç bakışlarla temsil ediliyordu. Her geçen yıl biraz daha silikleşen bu bağlar, eğer sahip çıkılmazsa zamanla tamamen yok olabilir. Oysa Çaycuma’nın hikâyesi, bu göçmen kuşakların alın teriyle, biriktirdikleri özlemle yazıldı. Bugün düşen görev, bu hikâyeyi yeni kuşaklara da anlatmak, onların da bu toprağın bir parçası olduklarını hissettirecek köprüler kurmaktır. Çünkü bu sadece bir geçmişin hatırası değil, aynı zamanda bir geleceğin inşası meselesidir.
Yazar: Recep Karagöz.